1873 Dersaadet Tahvilat Borsası kuruldu.
1985 İstanbul Menkul Kıymetler Borsası kuruldu.
1987 Haftalık olarak hesaplanan Borsa endeksleri günlük olarak hesaplanmaya başlandı.
1993 Bilgisayarlı alım-satım sistemine 50 şirketle başlandı.
2010 Halka Arz Seferberliği başlatıldı.
2016 Borsa İstanbul Para Piyasası faaliyete geçti.
2019 Dünya borsaları ile uyum sağlanması ve etkileşimin artırılması amacıyla Pay Piyasasında sürekli işlem yöntemi ile işlem gören kıymetlerde 10:00 – 18:00 saatleri arasında kesintisiz sürekli işlem yöntemi uygulanmasına başlandı.
Yukardaki yıllar yaşı uygun olanlara birçok farklı şeyi anımsatıyor belki. Kimimizin doğum tarihi, kimimiz için evlenme, işe başlama veya çocuğumuzun doğduğu tarih olabilir. Ancak karşısındaki olaylarla birlikte değerlendirildiğinde anladığınız üzere ülkemizdeki borsa ve sermaye piyasalarının gelişmesine hızlı bir bakış atmamızı sağlıyor.
Mesela kendi borsa kronolojim açısından 2000 yılı milattır. 2000 yılının şubat ayında yatırım şirketlerinin en düşük hesap limitinde dahi param olmadığı için bir banka memuresinin önerisiyle, aynı bankanın meşhur “C” tipi hissesinden almıştım. O yıllardan bu zamana gerek yapısal reformlar gerekse de teknolojik gelişmeler açısından sermaye piyasaları ve borsamızda çok önemli gelişmeler sağlandı.
Buna paralel olarak da hem halka arz edilen şirket sayılarında hem de fon büyüklükleri açısından ciddi gelişmeler yaşandı. Örneğin, “Halka Arz Seferberliği” ilan edilen 2010 yılında SPK verilerine göre 24 şirket halka arz edilmiş ve 3 milyar 274 milyon TL toplam fon elde edilmişken, 2024 yılında ise 34 şirketin halka arz gerçekleştirilmiş ve yapılan halka arzların toplam piyasa değeri ise 59 milyar 513,1 milyon TL’ye ulaşmıştır. 2025 yılı için ise 100’ün üzerinde şirket halka arz için hazırlıklarını devam ettirmektedir.
Halka açık şirketler kurumsal yapılarının güçlenmesi, kamuyu aydınlatma, faaliyet ve ticari işlemlerinin daha şeffaf bir hale gelmesi ve temettü ödeme yükümlülüğü nedenleriyle vergi matrahlarının hesaplanmasında çok daha özenlidirler. Kamunun bilgilendirilmesi zorunluluğu ve yatırımcıların şirket üzerindeki denetimleri bilançoların gerçeği yansıtmasını bu sayede kayıt dışılığın önlenmesini sağlayarak vergi kayıp ve kaçağının azalmasına katkı sunar. Hatta bu sayede halka açık şirketler kendileriyle ticari ilişki içinde bulunan diğer şirketlerin de işlemlerinin kayıt altına girmesine dolaylı olarak etki ederler. Bu sebeple de halka açık şirket sayısının artmasını teşvik açısından vergi muafiyet ve istisnalarına ihtiyaç vardır.
Bu nedenle mali idarece (gecikmiş de olsa), 7256 Sayılı Kanun ile Kurumlar Vergisi Kanununun 32 nci maddesine eklenen 6 ncı fıkra ile 1 Ocak 2021 tarihinden geçerli olmak üzere, payları Borsa İstanbul Pay Piyasasında ilk defa işlem görecek ve en az %20 oranında halka arz edilen kurumların ilk arz hesap döneminden başlamak üzere 5 hesap dönemine ait kurum kazançlarına uygulanmak üzere kurumlar vergisi oranını 2 puan indirimli olarak uygulanmasına karar verilmiştir.
Kurumlar Vergisi Kanununun 32 nci maddesinin 6 ncı fıkrası aşağıdaki şekildedir.
“(6) Payları Borsa İstanbul Pay Piyasasında ilk defa işlem görmek üzere en az %20 oranında halka arz edilen kurumların (bankalar, finansal kiralama şirketleri, faktoring şirketleri, finansman şirketleri, ödeme ve elektronik para kuruluşları, yetkili döviz müesseseleri, varlık yönetim şirketleri, sermaye piyasası kurumları ile sigorta ve reasürans şirketleri ve emeklilik şirketleri hariç) paylarının ilk defa halka arz edildiği hesap döneminden başlamak üzere beş hesap dönemine ait kurum kazançlarına kurumlar vergisi oranı 2 puan indirimli olarak uygulanır. İndirimden yararlanılan hesap döneminden itibaren beş hesap dönemi içinde pay oranına ilişkin bu fıkrada belirlenen şartın kaybedilmesi hâlinde, indirimli vergi oranı uygulaması nedeniyle zamanında tahakkuk ettirilmeyen vergiler vergi ziyaı cezası uygulanmaksızın gecikme faizi ile birlikte tahsil edilir.”
Buna göre; 2 puanlık indirim, payları Borsa İstanbul’da ilk defa işlem görmek üzere halka arz edilen şirketler için uygulanır (17 Kasım 2020’den önce halka arz edilmiş şirketler bu indirimden faydalanamıyor). İndirimin uygulanabilmesi için madde hükmünden de anlaşılacağı üzere en az %20’lik halka açıklık oranının 5 hesap dönemi boyunca korunması gerekiyor. Bu indirim beş hesap dönemi boyunca bütün kurum kazançlarına uygulanacaktır.
Örneğin, 2024 yılında hisselerini ilk defa en az %20 oranında halka arz etmiş bir şirket, gerekli şartları taşıdığı müddetçe 2024-2028 arasındaki hesap dönemlerinde kurumlar vergisini 2 puan indirimli olarak ödeyecektir. 2029 yılından itibaren ise o dönemdeki kanuni oranı uygulayarak devam edecektir. Halen kurumlar vergisinde kanuni oran %25 olarak uygulanmakta olup, halka arz olan şirketler değişiklik olmaması halinde 5 yıl boyunca 2 puan daha az (%23) vergi ödeyeceklerdir.
Halka arzlarda 2 puanlık indirim uygulaması bazı sektörlerdeki şirketleri kapsamıyor. Bankalar, finansal kiralama şirketleri, faktoring şirketleri, finansman şirketleri, ödeme ve elektronik para kuruluşları, yetkili döviz müesseseleri, varlık yönetim şirketleri, sermaye piyasası kurumları ile sigorta ve reasürans şirketleri ve emeklilik şirketleri indirimli oran uygulamasından yararlanamıyorlar. Eski bir banka vergicisi olarak işletmeler lehine olacak her yeni uygulamada finans sektörünün zaten kapsam dışı olacağını düşünmüşümdür. Vergilendirme ilkeleriyle çok bağdaşmasa da ülkemizde en fazla kurumlar vergisi ödeyen kurumlar olan finans, bankacılık ve sigorta sektörlerinde faaliyet gösteren şirketler için bu tarz uygulamalar genel kabul gören bir hale dönüşmüştür. Oysa ki, bu uygulamalara izin verilmesi ve fakat buradaki 2 puanlık indirimin yine sermaye piyasalarındaki aktörlere kullandırımının şart koşulması ekosistemin devamlılığı açısından nihayetinde de vergi gelirlerinin artması açısından daha verimli olabileceğini düşünerek öneriyorum.
Şayet şirketler borsa kotundan çıkarlarsa veya halka açıklık oranının %20’nin altına düşerse durumlarda indirim hakkı kaybedilmektedir. Bu temel kural beş hesap dönemi içerisinde ihlal edilirse, mükelleflere 2 puanlık kurumlar vergisi tahakkuk ettirilecektir. Ancak, bu vergiler için vergi cezası uygulanmaz, ilaveten sadece gecikme faizi tahsil edilir. Halka arz olduktan sonra tasfiye veya devir olan veyahut tam bölünen şirketler de indirim şartını ihlal etmiş sayılır.
Şirketler, halka arzdan kaynaklı indirimin yanı sıra Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 32. Maddesinde yer verildiği üzere üretim ve ihracat faaliyetlerinde bulunması ve/veya yatırım teşvik belgesi kapsamında da indirimli kurumlar vergisi oranından faydalanabilmektedir. Buna göre, KVK 32’nci maddesinin altıncı fıkrası kapsamında uygulanacak olan 2 puanlık indirime ilave olarak; KVK 32’nci maddesinin yedinci fıkrası kapsamında ihracat yapan kurumların münhasıran ihracattan elde ettikleri kazançlarına kurumlar vergisi oranı 5 puan indirimli ve KVK 32’nci maddesinin sekizinci fıkrası kapsamında sanayi sicil belgesini haiz ve fiilen üretim faaliyetiyle iştigal eden kurumların münhasıran üretim faaliyetinden elde ettikleri kazançlarına kurumlar vergisi oranı 1 puan indirimli uygulanmaktadır. Buna göre, 7351 sayılı kanunun 15 inci maddesiyle eklenen fıkraya göre; yedinci ve sekizinci fıkralardaki indirimli oranlar, bu madde kapsamındaki diğer indirimler uygulandıktan sonraki kurumlar vergisi oranı üzerine uygulanacağından faaliyete göre kurumlar vergisi oranları aşağıdaki şekilde olacaktır.
Merkezi Kayıt Kuruluşu (MKK) verilerine göre 2024 yılı itibarıyla Borsa İstanbul'daki pay senedi yatırımcı sayısı 8 milyon 185 bin 723 olarak kaydedilmiştir. Yatırımcıların borsaya ilgisi, şirketlerin de borsaya yönelmesine ve borsada işlem gören şirket sayısının artmasına yol açmaktadır. Mali İdare de bu gidişe kayıtsız kalamayarak 7256 Sayılı Kanun ile Kurumlar Vergisi Kanununun 32nci maddesinde payları Borsa İstanbul’da ilk defa işlem görmek üzere halka arz edilen şirketler için 2 puanlık indirim öngörmektedir. Sermaye piyasalarının derinleşmesi ancak yatırımcı ve şirket sayılarının artması ile gerçekleşebilecektir. Bu durumun sağlanabilmesi ise özendirici uygulamaların mevzuatımıza devamlılık arz edecek şekilde eklenerek güncellenmesi ile gerçekleşebileceği tabidir. Halka arz olan şirketler için uygulanan vergi indirimi de çok önemli bir teşvik unsurudur ve desteklenmeye devam edilmelidir.
Hocaya rüyasında dokuz akçe verirler.
Hoca durur mu? Dokuz değil de on olsun diye başlar kavgaya.
Bu arada uyanır. Bir de bakar ki elleri bomboş...
Hemen tekrar uyumak için gözlerini kapatır ve elini uzatır;
-Getirin, on değil dokuz akçe olsun!
Yaşları kırkın üstünde olanlar hatırlar. Ülkenin makus talihi gibi görülen enflasyon canavarı 70’lerin başından başlayarak 2000’li yıllara kadar yapısal bir problem olarak devam etmişti. Bu otuz yıllık süreci, yaşadığımız olayları bir türlü anlamlandıramayıp suçlu aramakla geçirmiştik. Halk, Van Gölü Canavarı mı büyük, Enflasyon Canavarı mı? yarıştıradursun, siyasiler ve iktidarlar da Siyaset Meydanında domates peynir fiyatı konuşmanın ötesine geçememişti.
Milenyum çağına girmekten olacak (beklentiler çok daha yüksekti gerçi) artık ülkede bazı şeylerde esaslı değişiklikler yapılması gerektiği iyiden iyiye konuşulur olmuş ve yöneticiler de bunun farkına varmış olacak ki, bazı yapısal değişiklikler yapmaya başlamışlardı.
Enflasyon düzeltmesine ait hükümler, tam da bu dönemde 5024 sayılı yasa ile 2003 yılında vergi mevzuatımıza girmişti ve 2003 ve 2004 döneminde uygulanmıştı. Bilançolar yaklaşık kırk yıldır aşınmaya uğramış, ülkede parmakla gösterilen fabrikatör ya da iş adamlarının kâğıt üstündeki varlıkları bile komik rakamlarla ifade edilmeye başlanmıştı. Bu nedenle de iş dünyası olaya kolay adapte olmuş ve enflasyon muhasebesini bugünkü kadar tartışmamıştı. Sonraki yıllarda ise enflasyon oranlarının düşmesi ile birlikte tekrar uygulaması olmayan enflasyon muhasebesi, sanki hep kitaplıklardaki raflarda kalmış gibi görünürken birden iş hayatının gündemine tekrar düştü.
2021 yılına kadar enflasyon oranı şartları oluşmadığı için uygulanmayan hükümler artık hissedileni hiper, yazılanı süper olan besili enflasyon oranları sayesinde yeniden hatırlanmıştı. Buna sebep ise diğer birçok özel nedenle birlikte 2000-2010 döneminde gerçekleştirilen yapısal değişikliklerin devam ettirilmeyerek adeta unutulmasıydı.
2021 yılında enflasyon muhasebesi şartları artık oluşmuştu. Gel gör ki, iş dünyasının, meslek camiasının ve mali idarenin konuya bakışı ve beklentileri henüz birbiri ile uyuşmuyordu. Siyasi konjonktür de uygun olmayınca yamalı bohçaya bir parça daha eklesek bir şey olmaz, fazla madde göz çıkarmaz diyerek VUK'a eklenen geçici 33’üncü madde ile uygulama 2023 yılına ertelenmişti. Muhasebe meslek camiası da bu ertelemeyi olumlu karşılamıştı. İş insanları da durmak bilmeyen fiyat artışları nedeniyle yerine koyamayacakları için mallarını satmak bile istemiyordu. Sattıkları mallar üzerinden ise fiktif kar elde ettikleri ve bu nedenle yüksek vergiler ödediklerini dillendiriyor, bunun önüne geçmek için hemen uygulamaya geçilmesi gerektiğini düşünüyorlardı.
Enflasyon muhasebesi, yüksek enflasyon dönemlerinde şirketlerin mali tablolarını enflasyon etkilerini dikkate alarak düzenlemeye yönelik bir yöntemdir. Bu sayede, varlık ve borçların gerçek değerleri daha doğru bir şekilde yansıtılır. Ülkemizde geçerli olan Vergi Usul Kanunu maddelerine göre, üretici fiyat endeksinin (ÜFE) cari yıl içinde %10’u, son üç yıl toplamında ise %100’ü aşması durumunda enflasyon düzeltmesi yapılması zorunludur.
Finansallarının TFRS standartlarına göre hazırlayan işletmeler ise Türkiye Muhasebe Standardı 29 (TMS29) “Yüksek Enflasyonlu Ekonomilerde Finansal Raporlama” maddesi altında açıklanan standarda göre hareket ederler. Burada belirtilen standartlara uygun olarak şirketler, bilançolarında yer alan parasal olmayan varlıkların değerini enflasyon üzerinden hesaplanan katsayı oranında düzeltir.
Hülasası, diyelim ki siz 100 TL maliyetle bir ürün ürettiniz ya da aynı fiyatla bir ticari mal aldınız ve piyasanın gereklerine uygun bir kâr (varsayalım %20 farklı olarak 120 TL olsun) ile bu malı satıyorsunuz. Sattığınız malın fiyatı her ay artıyor. Bir süre sonra aynı mal 160 TL’ye piyasada alıcı bulmaya başladı. Oh ne ala! 40 TL birden arttı kârımız. Gerçekten öyle mi? Tabi ki değil. Aynı süre zarfında sattığımız malın maliyeti de 50 TL birden artmış. Yani, stoğumuzdaki malın bedelini kayıtlarımızda maliyet bedeli ile izlediğimiz için piyasa fiyatına göre gerçekleşen maliyet artışlarını vergi hesabında gösteremediğimizden gerçek karımız 10 TL iken, belge üzerinden hesaplanan kârımız 60 TL olacaktır. İşte enflasyon muhasebesi bu fiktif karın bertaraf edilmesi için bir araç niteliğindedir. Bu hesabın bilançolarımızdaki tüm parasal olmayan kalemler için uygulandığını düşünelim. Peki “parasal olmayan kalem-kıymet” nedir o zaman?
Ulusal para değerindeki değişmelere rağmen satın alma güçleri değişmeyen kıymetler parasal olmayan kıymetler olarak tanımlanmaktadır (stoklar, makine, teçhizat, gayrimenkuller vb.).
Ulusal para değerindeki değişmeler karşısında nominal değerleri aynı kalan, ancak satın alma güçleri fiyat hareketlerine göre ters yönde değişen kıymetler ise parasal kıymetlerdir. Bilanço tarihi itibariyle parasal olarak değerlendirilen bir kıymete (aktif ya da pasifte olması fark etmez) ait değer o kıymetin satın alma gücünü de gösterdiğinden, parasal kıymetlerin enflasyon düzeltmesine tabi tutulmasına gerek bulunmamaktadır (nakit ve nakit benzerleri, ticari alacaklar, finansal yatırımlar, banka kredileri, ticari borçlar vb.)
Yine öyle olmuş ve geçen iki yıllık sürede enflasyon canavarı semirmeye devam etmişti. Seçimlerin bitmesiyle birlikte 31.12.2023 bilançolarına enflasyon muhasebesi uygulanmıştı. 2023 bilançoları geçiş dönemi bilançosu olarak kabul edildiğinden ödenecek vergiler üzerinde herhangi bir etkisi yoktu. Tabi ki bu durum her yeni uygulamada olduğu gibi beklenen veya beklenmeyen başka etkileri ortaya çıkarmıştı. Birçok işletme için beklenmeyen sonuçlar gerçekleşti. Kâr dağıtımı yapamayanlar olduğu gibi geçmiş yıl karları ya da zararları da ortaya çıktı. Bu sırada Maliye ise 2024 döneminde yapılacak düzeltmeler sonucunda yapacağı tahsilatın hazırlıklarını yapıyordu.
2024 yılına gelinmişti ama tartışmaların da ardı arkası kesilmiyordu. Muhasebe meslek mensuplarımız başat roldeydi. Nasıl olmasınlardı ki? Angaryalarla neredeyse maliyenin bordrolu personeli gibi çalışıyor, evlerinin yolunu zor buluyorlardı. Bunun üzerine bir de enflasyon değerlemesi çıkmıştı. “En azından geçici vergi dönemlerinde uygulanmasın" serzenişlerine maliye bu sefer kayıtsız kalmamıştı ve 2024/1 geçici vergi döneminde düzeltme uygulanmadı.
Fakat Maliye hala sonuç görmek istiyordu. 2024/2 geçici vergi dönemi için beklenen olmadı ve düzeltmeler yapılmaya başlandı. Beyannamelerin verildiği ilk sonuçların görülmeye başlandığı günlerde yeni bir gelişme oldu. Maliye yeni bir tebliğ yayımlanarak 50 milyon altında cirosu olan mükelleflerin düzeltme yapmayacağı belirtildi. Muhasebeci çalışsın... verilen beyannameler düzelttirildi.
2025 yılının iş dünyası için yine zor geçeceği konuşuluyordu, sabit gelirlileri ise işleri her akşam televizyon severleri meşgul etmek olanlar dışında konuşan bile yoktu. Enflasyonun beli kırılmış gibi görünse de finansmana erişim hala tesis edilemediğinden 2025 zor geçecekti. Tam 31.12.2024 enflasyon düzeltmelerine hazırlanılan dönemde çıkarılan bir tebliğ ile 2025 yılı geçici vergi dönemlerinde enflasyon düzeltmesinin yapılmayacağı, yılın sonunda tek seferde yapılacağı belirtildi. SPK’ya tabi olan finansman şirketleri dışındaki şirketler ise 2024 de olduğu gibi enflasyon düzeltmesi yapmaya devam edeceklerdi. Bankalar ve finansman şirketlerinin ise 2025 yılında enflasyon düzeltmesi yapmaları beklenirken, bu uygulamanın yapılmayacağı ilgili kurumlarca zaten daha evvelden açıklanmıştı.
-Getirin, on değil dokuz akçe olsun! mu demişti mükelleflere?
Öyle zannedilir ki enflasyon düzeltmesi vergi gelirlerinde azalmaya neden olmuştu. Bütçenin salahiyeti açısından erkenden ön alınmıştı. Düzeltmelerin yıl sonuna ertelenmesi ve geçici vergi tahsilatlarındaki artış sayesinde ilave kaynak üretilmesi planlanmıştı. Varsın yıl sonunda iade çıksındı. Onu da o zaman düşünürdük. Hem muhasebeciler de sevinecekti.
Enflasyonun etkisi ile büyük miktardaki ciro artışlarına rağmen 2024 yılında ilk kez uygulanan enflasyon muhasebesi borsada işlem gören şirketlerin karlılıklarını olumsuz olarak etkiledi. Finansal tablolar incelediğinde önceki yılın aynı dönemlerine göre şirket karlılıklarında önemli ölçüde azalmalar görüldü, “Ebitda” rakamları genel olarak olumsuz etkilendi. Tabi ki şirketler arasında farklar olacaktır. Yükselen amortismanlar, düşen stok kazançları gibi etkiler nedeniyle düşen faaliyet karı ve nakit tutma alışkanlıklarına bağlı parasal kazançlar ve parasal kayıplarla birlikte borsaya kote şirketler için de net karlar düştü ve kartlar yeniden karıldı.
Gökten 3 elma düştü…
Bilindiği üzere, 2020 yılından itibaren yaşanmaya başlayan negatif arz şokları ve çıktı açığı, enflasyon göstergeleri üzerinde çeşitli baskılar oluşturmuş ve bu baskıların devam etmesi daha geniş negatif çıktı açığına(1) ve kalıcı enflasyona yol açarak, kimi ülkeler ve ülke gruplarının ekonomik problemlerinin derinleştirerek kırılganlıklarının artmasına sebep olmuştur. Gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelere kıyasla sonuç alma hızı bakımından daha pozitif nokta da yer almasına ve ekonomik gelişmişlik farkının daha da artmasına rağmen, gelişmiş ekonomiler de kendi içlerinde makro göstergelerinde zayıflıklar yaşamaktadır.
(1) Negatif Çıktı açığı: Fiili üretim seviyesinin, potansiyel üretim seviyesinin altında kalması durumunu ifade etmektedir.
Amerika Merkez Bankası FED, faiz indirimine eylül ayında beklentilerin üzerinde 50 baz puan indirim ile başlamış, aralık ayında yaptığı 25 baz puanlık indirimle devam etmiştir. Ancak, bu noktadan sonra Başkanlığa seçilen Donald Trump’ın atacağı bazı adımların enflasyon da yukarı yönlü yaratabileceği riskler nedeniyle FED, belirli bir faiz indirim patikası yerine, her faiz toplantısında verilere bakarak karar vereceğini belirtmiştir. Avrupa Birliğinde ise yaşlanan nüfus, teknoloji alanında bazı gelişmiş ülkelerin gerisinde kalınması, ortak karar alma mekanizmalarındaki yavaşlık ve farklı bakış açıları nedeniyle, ekonomik görünüm zayıflık göstermektedir. Enflasyon oranı hedeflenen seviye olan %2 seviyesine inmiş olsa da üye ülkelerin büyüme rakamları 0’a yakın hatta bazı üye ülkelerde negatife dönmüştür.
Brezilya, Çin, Hindistan, Rusya ve Güney Afrika ülkelerinin öncülüğünde kurulan BRICS ise bünyesinde bulundurduğu ülkelerin demografik gücü ve dünyadaki hammadde kaynaklarının büyük kısmının üye ülkelerden sağlanması gibi temel avantajlarının yanında, politik olarak nispeten kırılgan olmaları nedeniyle, ekonomik gücünü henüz gelişmiş ülkeler seviyesine ulaştıramamıştır. 2024 yılında birliği oluşturan üye ülkeler, ortak para birimini uygulamaya koymak isteselerde, henüz bu yönde ortak bir karara varamamışlardır.
Amerikan Merkez Bankası FED’in son faiz kararıyla beraber faiz indirim miktarının 2025 yılında beklendiği kadar olmayacağı Amerikan tahvil faizlerinin yükselmeye başlamasına neden olmuştur. Yükselen tahvil faizleri, 2025 yılında gelişmekte olan piyasalara fon akışının beklendiği gibi olmayabileceğini düşündürmektedir. Döviz girdisine ihtiyacı bulunan gelişmekte olan ülkeler, 2025 yılında yurt dışı fon akımlarından bekleneni elde edememe riski ile karşı karşıya kalabileceklerdir.
Avrupa Birliği, Amerika’dan farklı olarak, resesyon ve negatif büyüme tehlikesini bertaraf etmek için daha hızlı faiz indirim politikası uygulamakta, bu durumda para birimi olan EURO’da, değer kaybına engel olamamaktadır. Ayrıca, Almanya ve İtalya’nın imalat sektöründe yaşanan problemler bu ekonomiler üzerine negatif etki yapmaktadır. İhracat gelirinin büyük kısmını Euro para cinsinden elde edip, ithalatının büyük kısmını USD cinsinden gerçekleştiren Türk firmaları açısından parite kaynaklı gelir kaybı söz konusu olabilecektir. Ayrıca, ana ihracat pazarında yer alan ülkelerin imalat sektöründe yaşadığı daralma, ihracat gelirini arttırmayı hedefleyen firmalar açısından başka bir zorluğa işaret etmektedir.
Yurt içerisinde ise, enflasyonu kontrol altına alma çabalarının sonucu faiz oranlarının artırılması ekonomik aktivitede yavaşlamaya sebep olmuş, Aralık 2024 itibariyle ticari kredi faizleri bileşik % 55.47 ve tüketici kredileri bileşik % 64.84 gibi yüksek oranlarda gerçekleşmiştir. Merkez Bankası enflasyon tahmini 2025 yıl sonu için %21 seviyesindedir. Hedef enflasyon rakamı faiz indirimlerinin 2025 yılı süresince bir indirim döngüsüne girdiğini ifade etmesine rağmen, faiz kararının, enflasyon verisine bağlı olarak, toplantı bazında alınacağı MB tarafından duyurulmuştur. Faiz indirim sürecinin zaman alması kredi maliyetlerinin bir süre daha yüksek kalmasına sebep olacaktır.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin enflasyon oranları incelendiğinde Türkiye’nin enflasyon oranının ne kadar yüksek olduğu görülebilmektedir. 186 ülkeli dünya sıralamasında Türkiye en yüksek enflasyona sahip 6. ülke konumunda bulunurken, Türkiye’den daha kötü enflasyona sahip ülkeler Zimbabve %57.5 , Filistin %88,93, Güney Sudan %107, Suriye %120 ve %166 ile Arjantin’dir. Yüksek enflasyon firmaların işletme sermayesi ihtiyacının yükselmesine ve yüksek faiz oranları ile finanse edilmesine sebep olmakla beraber sermayenin marjinal verimliliğini(2) de düşürerek yatırım kararlarının ertelenmesine sebep olmaktadır.
(2) Sermayenin Marjinal Verimliliği: Yatırımın ekonomik ömrü boyunca sağlaması beklenen net getirilerin bugünkü değerini yatırımın değerine eşitleyen indirim oranıdır.
Enflasyonun yüksek oranlı olması ve uzun süredir yüksek oranlarda seyretmesi gelir dağılımında adaletsizliği de beraberinde getirmektedir. TÜİK tarafından yayımlanan 2024 istatistiklerine göre en yüksek kullanılabilir fert gelirine sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre 0,7 puan artarak yüzde 48,7'ye çıkarken, en düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay ise 0,1 puan artarak yüzde 6,1 olmuştur.
Firmalar, Finansman-sermaye yetersizliği, teknoloji yatırımları, işletme sermayesi, nitelikli çalışan istihdamı, küresel pazarlarda rekabet avantajı, vergi yükümlülükleri ve sürdürülebilirlik nedenleri ile kredi kullanımına ihtiyaç duyarlar.
Firmalar için hayati öneme sahip krediye erişim imkanının, yüksek maliyet sebebiyle veya plasman (yeterli kaynak) sağlanamaması gibi nedenlerle sekteye uğraması firma yaşam döngüsüne büyük zararlar vermektedir. 2024 yılı boyunca yüksek seyreden kredi faiz oranları firmaların yatırım iştahını azaltmış kapasite kullanım oranlarını düşürmüştür. Bu noktada gelişmek, yatırımlarını arttırmak isteyen firmalar istenilen miktarda kaynağa ulaşmak için kredi kanallarını açık tutmak, bankaların istediği yeterliliğe sahip olmak durumundadırlar. Finansal yönetim süreçlerini gerçeğe uygun ve etkin bir şekilde yönetebilen firmalar, Bankalar tarafından talep edilen finansalları sağlayarak krediye ulaşmak için büyük avantaj sağlamaktadırlar.
Kredi dışı kaynak sağlamak veya kaynak çeşitlendirmesi yaparak kaynak maliyetini düşürmek isteyen firmalar, “Halka Arz”(3) yöntemine başvurmuş, 2024 yılı içerisinde 34 yeni firma halka arz olmuş ve elde edilen toplam fon büyüklüğü 57.31 milyar TL seviyesinde gerçekleşmiştir. Sermaye piyasalarından fon temin edebilmek, firmalara uzun vadeli ve düşük maliyetli kaynak sağlayabilme imkânı vermektedir. Sermaye Piyasası Kurulu tarafından esasları belirlenen bu süreç kısa ve kolay bir süreç olmamakla beraber, firmaların önceden hazırlık yapmasını gerektiren bir süreçtir. Hem firmanın finansallarının Kurul tarafından talep edilen yapıya kavuşturularak mali yapısının tamamlanarak güçlendirilmesi, hem de firma içi organizasyonel yapının oluşturulması Sermaye Piyasası kaynaklarına erişime imkân sağlayacaktır. Halka arz, firmaların yönetiminin şeffaflaşması anlamına da gelmektedir. Firmalar, arz sonrası, finansal sonuçlarını, faaliyetlerini, şirket için önem arz eden konuları potansiyel yatırımcılarına ve yeni ortaklarına bildirmek zorundadırlar. Bu bildirimler halka açık şekilde yapılmak zorunda olduğu için etkili bir finansal yönetim ve raporlama alt yapısına sahip olmak durumundadırlar.
(3) Bir şirketin paylarının BIST pay piyasasında işlem görebilmesi için yatırımcılara çağrı ve ilan yoluyla satışa çıkarılmasıdır.
Son yıllarda aşırı hava hareketleri ülke ekonomilerinde milyarlarca dolarlık zarara sebep olmuştur. Ekonomik etkinin yanı sıra insan varlığını tehdit eden küresel iklim değişikliği ile mücadele kapsamında Birleşmiş Milletler öncülüğünde üye ülkeleri bağlayıcı tedbirler alınmaya başlanmış ve Paris İklim Anlaşması ile küresel sıcaklık artışının 1,5 derecede sabit tutulması hedeflenmiştir. Sürdürülebilirlik kavramı çerçevesinde dünya standartları oluşturulmuş ve yol haritaları belirlenmiştir. Sürdürülebilirlik adımları hızla atılmaya devam edilmekte olup, COP 29 Azarbeycan İklim Zirvesin’de 2035’e kadar her yıl gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere sürdürülebilirlik finansmanı çerçevesinde 300 milyar dolar kaynak sağlaması hedefi konmuştur.
Türkiye ise 2016 yılında Paris İklim Anlaşması’na taraf olmuş, 2021 yılında 2053 yılına kadar net “0” emisyon hedefi taahhüdünde bulunmuştur. Bu taahhüde uygun olarak kamu kurumları düzenlemelerini yapmaya devam etmektedir. Kamu Gözetim Kurumu sürdürülebilirlik ile ilgili faaliyet standartlarını oluşturmuş, 77 sektörde bu standartları belirlemiştir. Tedarik zinciri aşamasından başlayıp, üretim, firma organizasyonu, lojistik, dağıtım ve satış sonrası memnuniyete kadar bütün firma faaliyetlerini etkileyecek uygulamalar firmalar üzerinde etkisini arttırarak devam edecektir. Gerek Türkiye’nin vermiş olduğu taahhüt gerekse de en büyük ticari partnerimiz Avrupa Birliği ve İngiltere’nin sürdürülebilirlik alanında uygulamaya koyduğu düzenlemeler firmalarımız için yeni bir bakış açısını uygulamayı gerektirmektedir. Bu sürece uyum sağlayamayan firmalar yasal zorunluluk kaynaklı uyum risklerinden, ihracat yapamama riskine kadar, tahmin edemedikleri geniş bir alanda riske maruz kalabileceklerdir. Sürdürülebilirlik faaliyetleri firmalar tarafından kamusal bir zorunluluk değil, kendi yaşam süreçlerini garanti altına aldıkları, riskli alanlardan fayda sağlayabildikleri bir süreç olarak görülmelidir.